ody BLOGGER

Başlıksız

Vaktiyle, kendini bilime adamış birisi giyotine mahkum ediliyor. Ölüm saatinin tayininden sonra bir arkadaşını çağırıyor yanına ve diyor ki; "Falanca gün şu saatte kafamı kesecekler. Giyotin vurulduktan sonra hemen başıma gel ve gözlerime bak. Eğer 2 defa kırparsam, insan öldükten sonra, kısa bir süre de olsa beyni çalışmaya devam ediyor demektir."

Olayın nasıl biteceği malum. Eğer gözlerini kırpamasaydı kimse sallamazdı adamı ve unutulur giderdi. O nedenle devamı pek de mühim değil şu dakikadan sonra. Benim derdim şurda: Acaba mahkum ben olsaydım n'apardım? Beynimin çalıştığını göstermek için 2 defa göz kırpar mıydım, yoksa o zaman boyunca son düşe mi dalardım? Ya da sırf gıcıklığına öylece hareketsiz kalırdım ve sadece ben bilirdim öldükten sonra 2 göz yumacak kadar vaktimin olduğunu. Garip düşünceler bunlar.

Neden Yazar İnsan?

Aklımdan yine bin türlü şey geçiyor. Defalarca yazdım, defalarca sildim. Düşündüklerimiyse saymayı çok sene önce bıraktım. Ne de olsa işe yaramıyorlardı; benim hiçbir işime yaramıyorlardı. "Sahi" -dedim. "Neden yazar ki insan? Neden yazıyorum ki?" Her harfi çizmeden önce kağıda biliyorken cümlenin sonunu, ne anlamı vardı anlatmanın zaten bildiğim şeyleri? Kim sorusunun cevabı ben değildim. Diğerlerinde de ben yoktum, bıraktım. Sonra yine bir umut peyda oldu, gelecek dedi. Size değil hiçbir satırım, hiçbir harfim, hiçbir şarkım. Hepsi onun için. İyi geceler bir gün geleceğine inandığım...

"Olmak ya da olmamak, işte bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
Çünkü, o ölüm uykularında
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine
Sevgisinin kepaze edilmesine
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanları?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar." - William Shakespeare

Bir Gün

Yağmurun sesine uyandım bugün. Hani kuş cıvıltılarına ya da güneşin yüzlerini öpmesine uyananlar vardır ya, biraz öyle işte. Bu kadar ince duvarların dışarı ile aramda olmasına içerlemedim değil. Yağmurun sesi geliyorsa çığlıklar da gelir, ağlayışlar da, bağırışlar da. Güzel seslerden feragat etsem, kötüleri de hiç gelmese dileğinde bulundum, doğruldum. Penceresi yok odamın. Onun yerine Fransız balkon dedikleri bi kapısı var. Kulpu kırıldığından dolayı yaklaşık bir yıldır mandalla kapatıyorum. Doğal olarak da yazın sıcak, kışın da soğuk sızıyor içeri ufaktan. Nasıl düzelteceğimi bilmiyorum. Öğrenmek de istemedim. İdare ediyorum işte. Soğuk vurunca içeri, bir battaniye yetiyor atağı engellemeye. Yazın da serinletiyor işte. Yağmurlar sıkıntı olmuyor değil, ufak ufak sızıyorlar içeri. Gerçi henüz hiç bana dokunacak kadar sürmedi yağmurlar. Sesleri yetiyor şimdilik.

İlginç rüyalar görüp dururum ben. Bilinç altının bilince ulaştırmak istediği mesajları mı taşırlar rüyalar yoksa öteki taraftan verilen haberler midir, karmaşık kehanetler midir bilmiyorum. Gördüklerime anlamlar yüklemektense, oldukları gibi kabul ediyorum. Güzel bir film gibi izliyorum. Hiç hatası olmayan, "kestik" komutunun hiç duyulmadığı, kameraların, ışıkların olmadığı bir film. Jenerik hiç akmıyor, uyandığımda hemen ben imzamı atıyorum emeği geçen herkes yerine, her şeyi kendime mâl ediyorum. Bu seferki rüyamı anlatmak için güç toplaması gerekiyor kelimelerimin. Eğer gördüklerimi görmenizin bir yolu olsaydı, öyle yapardım ancak seslere tekabül eden şekiller yerine, imgelere tekabül resimler gerekiyor bunun için.

Kendi kendime yaptığım konuşmalar eskiden uzar giderdi. Eskiden, uzun mesafeleri yürüyerek kat ederdim ve her dönüşte yalnız olduğum için dakikalarca konuşurdum kendimle. Şarkı söyleyebilseydim, müzikal bile çekerdim hatta. Şimdiyse kısa her konuşmam. Ne anlatacağımı bilmiyorum gibi. Anlatsam, ne işe yarayacağını bilmiyorum gibi. Neden sorusuna cevap bulamamam gibi. Yıllardır kendime anlattığım hikayeleri anlatacağım kişiler de oldu zamanla ama fiilin sonundaki zamanda olduğu gibi geçmişte kaldılar. Gelecekler hep yarında. Şimdiyse yine ve sadece ben varım. Hatırlayıp döndüğüm geçmişlerden tutup çeksem birilerini bugüne, yarın da birlikte olsak diye keşke dedim, beceremedim. Temsili resimlerini çizdim onun yerine sayfanın bir kenarına, yanlarına ve altlarına mektuplar yazdım. Eğer zamana göndermek mümkün olsaydı yapardım. Pul köşesine bir şarkı sıkıştırır, zarfa da bir tutam kahve çekirdeği koyardım.

Pek çok kişiye kızgın, pek azına kırgınım. Çok azını seviyorum. Nefret ettiklerimleyse rastlaşmıyorum. Geleceğin kaygısı, geçmişin derdi ile yoğuruyorum kendimi. Işıyacak şeylerse dört defa düzeltmeme rağmen halen ara ara gelip giden tasarruflu ampulüm gibiler. Herkes gibi ben de salt huzuru, mutluluğu ya da iyi olarak addedilen ve insan hayatında önemli olan şey neyse onu istiyorum, yakalayamıyorum. Yakalayamayınca da benim için olmadığını düşünüyorum. Eğer diyorum, benim için olsaydı, yavaşladığım zamanlarda dokunabilir, hızımı aldığımda tutunup bir köşesinden atlayabilirdim içine. Benim için olsaydı, durduğumda karşımda olur, "hadi gel" der elini uzatırdı diyorum. Tuhaf ama aramaktan da vazgeçmiyorum. Belki de içinde bulunduğum zamanda değildir diye, zaman zaman yokluyorum. Kendimle kararlaştırdım. Buna umut diyorum.

20 yıl önce çocuktum. Vakit geçti büyüdüm. 20 yıl sonra yaşlanacak ve sonrasını hatırlamayacağım.